HAFTANIN ALBÜMLERİ: 22-26 EYLÜL 2025



CATE LE BON – MICHELANGELO DYING

Saf duyguların yönlendirdiği bir süreçte ortaya çıkan Cate Le Bon’un yedinci albümü ‘Michelangelo Dying’, aslında yapmakta olduğunu sandığı albümün yerini aldı. Tüketici bir kalp kırıklığının ürünü olan bu kayıt, Le Bon’un aşk hakkında bir albüm yazma konusundaki isteksizliğini duyguların zorlamasıyla aştığı ve bu süreçte adeta bir tür arınma deneyimine dönüştüğü bir eser. Ortaya çıkan şey, kapanmadan önce bir yarayı fotoğraflamaya çalışan, fakat aynı anda o yarayı yeniden deşen parlak ve çok katmanlı bir deneme.

Müzikal olarak albüm, sanatçının son iki çalışmasında (‘Reward’ – 2019, ‘Pompeii’ – 2022) giderek belirginleşen “kalbi olan bir makine” sesini hem devam ettiriyor hem de genişletiyor. Çoğu çalma ve prodüksiyon sürecini artık kendisi üstlenen Le Bon, gitarları ve saksofonları pedallardan geçiriyor, vokalleri ve perküsyonları filtrelerden süzüyor. Ortaya çıkan ses ipeksi, yeşilimsi ve ışıldayan bir bütün; David Bowie, Nico, John McGeoch ve Laurie Anderson’ın kendine özgü sanat damarları zaman zaman yüzeye çıkıyor, sonra tekrar suyun altına çekiliyor.

Sonuç olarak elimizde sürekli değişen, kesintisiz bir varlık var: bir tür şarkı döngüsü. Her parça, bir öncekini yansıtıyor ve ilerletiyor; hepsi aynı kırık aynanın parçaları gibi ışığa göre parlayan, saklayan ve ortaya çıkaran yansımalar sunuyor. Sonunda Cate’in kendisinin de vurguladığı gibi: “Hiçbir vahiy yok. Hiçbir sonuç yok. Bir sebep yok. Tekrar var ve kaos var.” Sanatçı, kendini bir noktadan sonra boş bir zihinle müziğe bırakmış; direnmeden, bir anlam veya düzen aramadan deneyimlemiş.

‘Michelangelo Dying’, hem dinleyici hem de sanatçı için yaşamın, aşkın ve insan olmanın bedenselliğine dair bir alıştırma. Tutmayı, tutulmayı ve aynı zamanda eşsiz bir yalnızlığı derinlemesine hissetmeyi biliyor. “Karakterler birbirinin yerine geçebilir” diyor Cate, “ama günün sonunda, bu benim kendimle karşılaşmam.”



GEESE – GETTING KILLED

Brooklyn çıkışlı Geese, üçüncü stüdyo albümleri 'Getting Killed' ile yeniden sahnede. Kenneth Blume’un Los Angeles’taki stüdyosunda yalnızca on günde kaydedilen albüm, grubun en kaotik ama en tutkulu işi olarak öne çıkıyor.

'Projector' (2021) ile post-punk sahnesinde adını duyuran, '3D Country' (2023) ile art-rock anlatısına cesurca dalan Geese, bu kez kırılganlıkla öfkeyi aynı potada eritiyor. Albümün çıkış şarkıları ‘Taxes’, ‘Trinidad’ ve ‘100 Horses’, grubun hem şiddetli hem de şaşırtıcı derecede yumuşak yüzünü ortaya koyuyor. Özellikle ‘Taxes’, tribal davullar ve Cameron Winter’ın hayaletimsi vokalleriyle albümün en etkileyici anlarından biri.

'Getting Killed', alışıldık formüllerden uzak, çiğ ve deneysel bir albüm. Dinleyicisini zorlayan ama aynı zamanda yeni bir dönemin habercisi olan bu kayıt, Geese’in kendini tekrar etmeyi reddeden tavrını bir kez daha kanıtlıyor. Kaosla güzelliğin, öfke ile inceliğin arasında dolaşan bu albüm, grubun kariyerinde hem riskli hem de heyecan verici bir yeni sayfa açıyor.



COACH PARTY – CARAMEL

Isle of Wight çıkışlı Coach Party, 2023’te yayınlanan ve UK Albums Chart’ta listeye girerek büyük yankı uyandıran ilk albümleri ‘Killjoy’un ardından ikinci uzunçaları ‘Caramel’ ile geri döndü. İlk albümün ardından Glastonbury ve SXSW gibi festivallerde dikkat çeken, Queens of the Stone Age, Wet Leg ve Royal Blood gibi isimlerle aynı sahneyi paylaşan grup, sahnedeki patlayıcı enerjisiyle adını duyurmuştu.

Kendi prodüktörleri Guy Page’in ellerinden çıkan ‘Caramel’, 10 şarkılık kısa ama vurucu bir kayıt. Albüm, dijital çağın getirdiği yalnızlık ve yabancılaşma hissini olduğu kadar, dostluğun ve paylaşımın hayata yeniden bağlama gücünü de işliyor. Kalp kırıklıkları, kimlik arayışları ve bastırılan öfkenin yanında, albümün merkezinde samimi bir bağ kurma arzusu var.

Müzikal olarak Hole’un hırçınlığından, Turnstile ve Amyl and the Sniffers’ın enerjisinden beslenen albüm, keskin melodileri ve direkt şarkı yapısıyla öne çıkıyor. 33 dakikalık süresine rağmen yoğun bir duygusal ağırlık taşıyan Caramel, grubun büyüyen vizyonunu ortaya koyuyor: melodik, sahici ve dev sahnelere yakışacak kadar güçlü.

Coach Party, ikinci albümüyle yalnızca canlı performanslarının enerjisini albüme taşımakla kalmıyor; aynı zamanda alternatif rock sahnesinde kalıcı bir yer edinme iddiasını da perçinliyor.



SPRINTS – ALL THAT IS OVER

Dublinli punk dörtlüsü SPRINTS, ikinci albümleri ‘All That Is Over’ ile daha da sert, daha da özgüvenli bir hâle geliyor. Açılış şarkısı ‘Abandon’da geçen “I don’t grow old / I grow unrecognisable” dizesi, grubun hem kişisel dönüşümünü hem de müzikal evrimini özetliyor. 2024’te yayınladıkları ve büyük övgü toplayan ‘Letter To Self’ ile çıkışlarını sağlamlaştıran grup, şimdi çok daha kararlı bir şekilde sahaya geri dönüyor.

Karla Chubb (vokal, gitar), Sam McCann (bas), Jack Callan (davul) ve yeni gitarist Zac Stephenson’dan oluşan SPRINTS, kadro değişiklikleri ve kişisel çalkantılarla dolu bir yılı geride bırakırken adeta yeniden doğmuş. Bu “baptism of fire”, grubun ikinci albümüne yoğun bir enerji ve kimya katmış. Şarkılar turne otobüslerinde, soundcheck’lerde, kısacası hayatın tam ortasında yazılmış; bu da kayda canlı, gerçek zamanlı bir nabız kazandırıyor.

Albüm, dış dünyanın dehşetiyle içsel kırılganlık arasında gidip geliyor. ‘Descartes’, Rachel Cusk’tan ilhamla sanatın ve ifadenin önemini haykırıyor; ‘Beg’, yeni başlangıçların arınmasını arıyor; ‘Better’ ise My Bloody Valentine’a selam duran bir shoegaze duvarıyla yükseliyor. Cowboy-gothic tavırdaki ‘Rage’ ve ‘Desire’ gibi şarkılar ise SPRINTS’in yeni müzikal topraklara adım attığını gösteriyor.

‘All That Is Over’, politik öfkeyi kişisel hikâyelerle birleştiriyor: savaşlar, yangınlar ve adaletsizliklerle yanıp tutuşan bir dünyada sanat, umut ve aşk için bir manifesto. Daniel Fox’un (Gilla Band) prodüksiyonu sayesinde hem deneysel hem de keskin bir enerjiye kavuşan albüm, grubun cesaretini ve yaratıcılığını en parlak hâliyle sergiliyor.

SPRINTS artık kendini ispatlama ihtiyacı duymayan, özgüveni tam bir grup. İkinci albümleriyle hem içsel hem de dışsal tüm engelleri aşarak “her şey bitti” diyerek yepyeni bir dönemin kapısını açıyorlar.

PAYLAŞ :