HAFTANIN ALBÜMLERİ 18-22 AĞUSTOS



DEFTONES - PRIVATE MUSIC

Deftones, ilk albümlerinin 30. yılını doldurmak üzereyken, kariyerlerinin en etkili dönemlerinden birini yaşıyor. Bir zamanlar “gönüllerin nu-metal grubu” etiketiyle anılan topluluk, bugün shoegaze’den alt-rock’a, metalcore’dan modern metalin farklı kollarına uzanan sayısız gruba ilham veren bir öncü olarak konumlanıyor. Rock sahnesinde veteran bir grubun yıllar sonra bu denli farklı bir ışık altında yeniden keşfedilmesi ender rastlanan bir durum. Daha da nadir olanı, Deftones’un yeni kuşak dinleyicilerle bu kadar güçlü bir bağ kurabilmesi.

Bunu yalnızca kendi müzikleriyle değil, turnelerine davet ettikleri yeni nesil 'Deftonesvari' gruplarla da gösteriyorlar. Fleshwater gibi isimler, bu yıl grubun Madison Square Garden’daki unutulmaz konserinde sahneyi açarak Deftones’un etkisinin canlı bir kanıtı oldu.

Beş yıl aradan sonra gelen yeni albüm 'Private Music', bu bağın bir tesadüf olmadığını kanıtlıyor. Albümün açılış şarkısı ve ilk single’ı 'My Mind Is A Mountain', grubun neden hâlâ eşsiz olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Üç dakikanın altında süren bu yoğun kayıt; shoegaze’in puslu atmosferini, alternatif rock’ın melankolisini ve alt-metal’in yıkıcı enerjisini aynı potada eritiyor. Nick Raskulinecz’in prodüksiyonu ise bugünün rock sahnesindeki en modern işlerden geri kalmıyor.

Chino Moreno’nun vokalleri, White Pony dönemindeki kadar güçlü ve ruh dolu; Stephen Carpenter’ın gitarları ise hem ağır riffleri hem de shoegaze dokusunu hâlâ en iyi şekilde birleştiriyor. 'My Mind Is A Mountain', Deftones’un klasiklerinin yanına rahatlıkla yazılabilecek bir şarkı olmanın ötesinde, 2025’in rock manzarasında yepyeni ve taptaze duyuluyor.

Albüm, 22 Ağustos’ta Reprise/Warner etiketiyle yayında. Çıkışla birlikte şeffaf plak, CD ve kaset formatları da müzikseverlerle buluşacak.



TOPS - BURY THE KEY

Montréal çıkışlı indie-pop dörtlüsü TOPS’un, 2020 tarihli 'I Feel Alive’dan bu yana ilk uzunçaları olan 'Bury The Key', grubun yeni plak şirketi Ghostly International çatısı altındaki ilk işi. TOPS, bu albümle birlikte hem geçmişine selam veriyor hem de karanlık tonlara cesurca yaklaşarak ‘yeni bir dönem’in kapısını aralıyor.

Albüm; mutluluk, hedonizm ve kendini yok ediş arasındaki gelgitleri ele alıyor. Şarkılar kimi zaman kurmaca karakterlerle ilerlese de, topluluk, kişisel deneyimlerden ve gözlemlerden besleniyor; yakınlık, toksik davranışlar, uyuşturucu kullanımı, kıyamet endişesi… Jane Penny’nin ifadesiyle: “Hep ‘yumuşak’ ya da ‘naif’ bir grup olarak görülüyoruz. Bu sefer dünyanın karanlık tarafını da kanalize etmeyi kendimize görev bildik.” Grubun bu yeni yüzü, kendi deyimleriyle; 'Evil TOPS'.

2010’ların başında Montréal’in DIY sahnesinden doğan TOPS, yıllar içinde indie pop’un kalıcı referans noktalarından biri oldu. Dürüst ve içten şarkı yazarlıkları, pürüzsüz ama samimi prodüksiyonları ve yıllara yayılan uyumları onları ayakta tutan en büyük güç. 'Bury The Key', bu formülü korurken sofisti-pop estetiğine keskin bir disco hissi katıyor.

TOPS’un özgünlüğü, üyeler arasındaki uyumdan geliyor. Jane Penny’nin zarif ama güçlü vokalleri, David Carriere’in yüksek parlaklıkta gitar riff’leri, Riley Fleck’in dinamik davulları ve Marta Cikojevic’in synth katkıları bu albümde daha da sıkı örülmüş durumda. Üstelik Cikojevic, yazım sürecine daha fazla dahil olarak albümün en dolgun vokal düzenlemelerine imza atıyor.

On yılı aşkın süredir dünyanın dört bir yanında sahne alan, barlardan dev festivallere uzanan zorlu yolları kendi emekleriyle kat eden grup, şimdiye dek beş stüdyo albümüyle indie pop sahnesinde iz bıraktı. Dinledikleri müzik listelerinde Fleetwood Mac ve Steely Dan gibi devlerin yanında Prefab Sprout, Françoise Hardy, Everything But the Girl gibi sofistike pop ikonları da yer alıyor. Tüm bu etkiler, ‘Bury The Key’in parıltılı ama karanlık ruhunda hissediliyor.

TOPS, ‘Bury The Key’ ile sadece geri dönmüyor; indie-pop sahnesinde hâlâ neden özel bir yerde olduklarını da kanıtlıyor. Duygusal derinlik ve dans pistine yakışacak enerjiyi bir araya getiren albüm, grubun en olgun ve en iddialı işi olarak öne çıkıyor.



MAC DEMARCO - GUITAR

Lo-fi indie rock sahnesinin kendine özgü figürlerinden biri olan Mac DeMarco, yeni albümü 'Guitar’ı 22 Ağustos’ta çıkarıyor. Kasım 2024’te Los Angeles’taki evinde kaydedilen albüm, daha sonra Kanada’da mikslenmiş.

DeMarco’nun 2023’te yayınladığı ambient dokulu ‘Five Easy Hot Dogs’ ve 199 kayıtlık devasa ‘One Wayne G’in ardından gelen ‘Guitar’, sanatçının köklere dönüş niteliğinde 12 şarkılık bir çalışma. Albümden paylaşılan ilk single ‘Home’, aidiyet ve yuva özlemi üzerine yazılmış içten bir indie-pop kaydı. Şarkının klibinde DeMarco, annesinin Kanada’daki yeni evinin yakınlarında kano yaparken görülüyor; Los Angeles’ta yazılan şarkının ‘eve dönüş’ teması, bu görsellerle daha da anlam kazanıyor.

Kanadalı müzisyen, ‘2’ ve ‘Salad Days’ albümleriyle yakaladığı çıkışı, rahat tavrı ve gevşek ama büyüleyici gitar melodileriyle sağlamlaştırmıştı. Son yıllarda ise ‘Five Easy Hot Dogs’ gibi minimalist enstrümantal projeler ve ‘One Wayne G’ gibi deneysel dev yapıtlarla sınırlarını genişletti.

Yeni albüm hakkında DeMarco şöyle diyor: “Bence ‘Guitar’, hayatımın şu anki halini kağıda dökebildiğim en gerçek yansıması. Bu müziği paylaşmaktan mutluluk duyuyorum ve şarkıları olabildiğince çok yerde çalmayı dört gözle bekliyorum.”



WATER FROM YOUR EYES - IT'S A BEAUTIFUL PLACE

New York merkezli indie ikilisi Water From Your Eyes, altıncı albümleri ‘It’s A Beautiful Place’ ile varoluşsal bir yolculuğa çıkıyor. Rachel Brown (vokal, sözler) ve Nate Amos’un (beste, prodüksiyon) on yıllık ortaklığının ürünü olan albüm, hem kişisel hem de kozmik ölçekte ‘önemsizlik’ ve ‘anlam’ arasındaki gerilimi konu alıyor.

Albümün açılış ve kapanış şarkıları ‘One Small Step’ ile ‘For Mankind’, bilimkurgu esintili ambient bir tınıyla adeta ‘robotik balina sesleri’ne benziyor. Bu çerçevenin içinde ise grup; nu-metal’den Americana’ya, dans müziğinden deneysel indie’ye uzanan beklenmedik yön değişimleri, melodik sürprizler ve kaotik katmanlarla dolu bir evren kuruyor.

Amos bu yaklaşımı şöyle açıklıyor: “Rock müzik ya da başka bir ifade biçimi, bize sonsuz çeşitlilik gibi görünebiliyor. Ama sonra fark ediyorsun ki, tüm bu çeşitlilik bile evrenin büyüklüğü karşısında küçücük. Yaptığımız şeyler kozmik ölçekte hiçbir şey ifade etmiyor gibi, ama kişisel ölçekte inanılmaz derecede önemli.”

‘It’s A Beautiful Place’in sözsel yönü, Ursula K. Le Guin’in The Dispossessed romanından esinlenmiş. Ancak Brown’un itirafıyla bu etki “yarım okunmuş ve yarım hatırlanmış” bir ilham. Albüm, daha çok iki dostun uzaya bakıp kafa yorması gibi: janky, dengesiz, samimi. Amos’un yatak odasında kaydedilen şarkılar, büyük fikirlerin gündelik hayattaki basit yansımalarını taşıyor.

Brown, ikilinin ortak paydasını şöyle özetliyor: “Nate ve ben ikimiz de oldukça varoluşsal insanlarız. Sanırım tanıştığımızda bizi bağlayan şeylerden biri buydu: varoluş felsefesi, komplo teorileri, uzaylılar… Hepsi.”

Water From Your Eyes, 2016’da, Amos ve Brown’un bir konserde tanışıp sevgili olmalarıyla başladı. Ancak grubun gerçek kimliği, ikilinin ayrılmasından sonra ortaya çıktı. 2021’de yayınlanan ‘Structure’, ilişkilerinin sona ermesinden sonra yalnız geçirdikleri ilk yaratım süreciydi ve bu, aralarındaki yeni rahatlığı perçinledi. Amos’un sözleriyle: “Birbirimizi tanıdığımızda hayatlarımız bir şekilde iç içe geçmiş gibiydi. Bunu sürdürmenin yolu ilk başta sevgili olmaktı. Ama odak gruba kayınca, ‘Asıl olması gereken buymuş’ dedik.”

Bugün Matador Records çatısı altında, Interpol ve Snail Mail gibi isimlerle turnelere çıkan Water From Your Eyes, indie sahnenin en heyecan verici ve tuhaf gruplarından biri haline geldi. ‘It’s A Beautiful Place’, bu yolculuğun hem en geniş vizyonlu hem de en kişisel işi: evrende hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi görünürken, aynı anda her şeyin çok şey ifade ettiği bir albüm.



ROYEL OTIS - HICKEY

Sydney merkezli indie-pop ikilisi Royel Otis, ‘Hickey’ adını taşıyan ikinci albümlerini, OURNESS/Capitol Records aracılığıyla piyasaya sürüyor.

Albüm, 2024 çıkışlı çıkış albümleri ‘Pratts & Pain’in devamı niteliğinde. İlk single ‘Moody’, dream-pop melodilerini, jangle gitarları ve melankolik sözleri harmanlayan Royel Otis imzasını taşıyor.

Vokalist Otis Pavlovic ve gitarist Royel Maddell, albüm adının ilhamını “aşkın duygusal yoğunluğundan” aldıklarını söylüyor: “…çünkü aşk, dünyadaki tüm duygulardan daha sert ısırır.”

‘Moody’, Grammy ödüllü söz yazarı Amy Allen ile birlikte kaleme alındı ve Blake Slatkin (Gracie Abrams, Omar Apollo, Charli XCX) prodüktörlüğünde kaydedildi. Şarkının sözleri ise tartışmalara yol açtı; nakaratta geçen “My girl’s a b–h when she’s moody” ifadesi kimi dinleyiciler ve medya tarafından kadın düşmanı bulunarak eleştirildi.

Royel Otis, avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Bu şarkı belirli bir perspektiften yazılmıştır; kadınlar hakkında genel bir görüş ya da tavır yansıtma amacı taşımamaktadır. Eğer sözlerimiz başka bir şekilde anlaşıldıysa özür dileriz.”

2019’da kurulan Royel Otis, 2021–2023 yılları arasında yayınladıkları EP’lerin ardından 2024’te ‘Pratts & Pain’ ile çıkış yaptı. 2023’te ‘Sofa King’ şarkıları Alternative Airplay listesinde 12 numaraya kadar yükselse de, asıl büyük çıkışlarını Triple J’in ‘Like A Version’ serisinde söyledikleri Sophie Ellis-Bextor klasiği ‘Murder On The Dancefloor’ cover’ıyla yaşadılar. Cover, Alternative Airplay listelerinde zirveye otururken, Billboard Hot Rock & Alternative Songs listesinde de 41 numaraya kadar çıktı.

Başarı bununla da sınırlı kalmadı. The Cranberries’in ‘Linger’ şarkısına yaptıkları SiriusXM yorumlarıyla Billboard Hot 100’de ilk kez boy gösterdiler ve listeye 94. sıradan girdiler.

Şimdi sıra, tüm gözlerin çevrildiği Hickey’de. Albüm, Royel Otis’in indie-pop sahnesinde yerini sağlamlaştıracak en önemli adımı olabilir.



WOLF ALICE - THE CLEARING

İngiliz topluluk Wolf Alice, dört yıl aradan sonra dördüncü albümleri 'The Clearing' ile geri döndü. 22 Ağustos’ta RCA Records’tan çıkacak albüm, grubun, 2021 tarihli ‘Blue Weekend’den sonraki ilk büyük stüdyo çalışması ve Dirty Hit’ten RCA’ya geçen ilk projeleri olma özelliğini taşıyor.

Albüm şarkıları, Londra’daki Seven Sisters’ta yazılırken, kayıtlar Los Angeles’ta Amerikalı prodüktör Greg Kurstin ile gerçekleşti. Grup, albümü hem geçmişten ilham alan hem de günümüze köklü şekilde bağlı bir iş olarak tanımlıyor. Açıklamalarda, “Fleetwood Mac bugünün Kuzey Londra’sında bir albüm yazmış olsaydı” benzetmesi yapıldı; albümün hem ironik, hem ciddi, hem eğlenceli hem de direkt bir anlatım sunduğu vurgulanıyor.

Mayıs ayında dinleyiciyle buluşan albümün çıkış single’ı ‘Bloom Baby Bloom’; atmosferik soundscape’leri indie rock ile harmanlayan şarkının vokal performansı, Ellie Rowsell’in, Axl Rose’dan ilham alan ama kadın bakış açısıyla yazdığı rock şarkısı yaklaşımıyla dikkat çekiyor. Temmuz ayında gelen ‘The Sofa’ ve peşinden çıkan ‘White Horses’, albümden paylaşılan diğer single’lar oldu. Özellikle ‘White Horses', kişisel hikâyeler ve aile bağları temalarıyla grubun duygusal yönünü öne çıkarıyor.

'The Clearing', klasik pop/rock geleneğini, modern indie yaklaşımıyla birleştiren bir albüm olarak duruyor. Hem nostaljik tınılar hem de çağdaş prodüksiyon teknikleriyle dinleyiciye hem samimi hem güçlü bir deneyim sunuyor. Wolf Alice, bu albümle, sadece kendi kimliğini pekiştirmekle kalmıyor; 70’lerden ilham alan melodik ve duygusal bir çerçevede, günümüz indie rock sahnesinde sağlam bir yer ediniyor.

Albümü desteklemek amacıyla grup, Eylül ve Ekim 2025’te Kuzey Amerika ve Avrupa’da turneye çıkacak. ‘The Clearing’, Wolf Alice’in müzikal evriminde hem olgunluk hem de cesur bir ileri adım olarak kayda geçiyor.

PAYLAŞ :