HAFTANIN ALBÜMLERİ: 17 EKİM 2025



TAME IMPALA – DEADBEAT

Beş yılın ardından gelen ‘Deadbeat’, Kevin Parker’ın Tame Impala projesini yeni bir evreye taşıyor. “Bundan sonraki albüm bu kadar uzun sürmeyecek”, demişti Parker, ‘The Slow Rush’ın tanıtım döneminde. Bu kez sözünü tutmuş gibi görünüyor: 2023 civarında temelleri atılan ve 2025 sonbaharında dinleyiciyle buluşacak ‘Deadbeat’, hem yaratım süreci hem de estetik yönelimleriyle Tame Impala’nın geçmişinden belirgin biçimde ayrışıyor.

Albüm, Parker’ın memleketi Batı Avustralya’da — Fremantle ve Injidup’taki Wave House stüdyosunda — tamamlandı. Tanıtım metinlerinde belirtildiği gibi, ‘Deadbeat’, “bush doof kültüründen ve Western Australia rave sahnesinden derin biçimde ilham alıyor.” Bu referans, Tame Impala’nın psikedelik vizyonunu dans pistine taşıyan yeni bir yönün habercisi.

Parker’ın DJ setlerinde sıkça duyduğumuz o lo-fi beat estetiği, albüm boyunca daha belirgin bir forma kavuşuyor. 12 şarkılık kayıt, minimalizmin ve doğaçlamanın iç içe geçtiği bir üretim anlayışını yansıtıyor: ‘kusursuzluk takıntısı’yla tanınan bir müzisyenin, ilk kez spontane olmaya izin verdiği bir dönem.

Albüm, üç tekliyle duyuruldu: ‘End Of Summer’, ‘Loser’ ve ‘Dracula’. İlki, 2025 yazında Barcelona’daki bir DJ setinde prömiyerini yaptı ve kısa süre sonra 12 inç’lik bir plak olarak yayımlandı. Ardından gelen ‘Loser’, Los Angeles ve New York’ta gizemli afişlerle duyuruldu ve Joe Keery’nin rol aldığı videosuyla dikkat çekti. Son tekli ‘Dracula’ ise Sarah Aarons’la ortak yazılmış; Julian Klincewicz yönetmenliğindeki klibiyle albümün “tanımlayıcı anlarından biri” olarak lanse edildi.

Ayrıca, ‘End Of Summer’ın sınırlı basımında yer alan ‘Ethereal Connection’ adlı B-side şarkı, Parker’ın önceki dönemlerinden daha ham ve doğrudan bir ses arayışını açık ediyor.

'Deadbeat', Tame Impala’nın ‘geleceğin ilkel rave grubu’ olarak yeniden tanımlandığı bir dönemi işaret ediyor. Albümdeki şarkılar, Parker’ın ses paletinde alışık olduğumuz sıcak synth dalgaları ve yumuşak vokal katmanlarını korurken, alttan alta hissedilen mekanik groove’lar ve kıvrak bas yürüyüşleriyle bambaşka bir enerji taşıyor.

Prodüksiyon, önceki albümlere göre daha çıplak, daha ‘crunchy’; ama aynı zamanda detaylarla dolu. Parker’ın vokal tonları da hiç olmadığı kadar geniş bir yelpazede geziniyor — kimi anlarda şeffaf bir pop berraklığı, kimi anlarda ise gece kulübü yankıları içinde kaybolan bir hayalet gibi.

Tame Impala’nın beşinci albümü ‘Deadbeat’, Kevin Parker’ın ustalığını daha da pekiştirirken, deneysel ruhunu diri tutmayı başaran bir çalışma. ‘Innerspeaker’ın psikedelik tozundan ‘Currents’ın parlak elektronik yüzeyine, ‘The Slow Rush’ın zaman takıntılı evreninden bu yeni rave estetiğine uzanan çizgi, Parker’ın hem geçmişine hem geleceğine aynı anda bakan bir sanatçı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.



SUDAN ARCHIVES – THE BPM

Los Angeles merkezli müzisyen, şarkı yazarı ve prodüktör Brittney Parks, yani bilinen adıyla Sudan Archives, üçüncü stüdyo albümü ‘The BPM’ ile elektronik müziğin kalbine cesur bir dalış yapıyor. 17 şarkılık albüm, sanatçının bugüne kadarki en dans odaklı ve deneysel çalışması olarak öne çıkıyor.

‘The BPM’, Los Angeles, Chicago ve Detroit’te kaydedildi. Sudan Archives, bu kez yalnızca söz yazarı ve besteci değil, aynı zamanda yürütücü prodüktör koltuğunda. ‘Gadget Girl’ adını verdiği karakter aracılığıyla teknolojiyi yaratıcılığın merkezine yerleştiriyor; kemanını neredeyse elektronik bir enstrüman gibi kullanarak yeni ses evrenleri inşa ediyor. Albümün başlığına da adını veren “The BPM is the power” sözü, bu dönüşümün manifestosu niteliğinde.

Yüzeyde, ‘The BPM’ hareketli bir kulüp albümü gibi görünebilir; ancak albümün derinlerinde titreşimli synth’ler, bozulmuş vokaller ve ritmik disonanslarla dolu, zaman zaman halüsinatif bir atmosfer yatıyor. ‘Yea Yea Yea’ ve ‘A Computer Love’ gibi şarkılar, bu hissi en güçlü şekilde yansıtıyor. Sudan Archives’in kemanı ise ‘Noire’ veya ‘Los Cinci’ gibi şarkılarda perküsyonun bir uzantısına dönüşüyor.

Albümde house, drum’n’bass, Jersey club ve Latin etkileri ustaca iç içe geçiyor. ‘David & Goliath’, breakbeat temposuyla yükselirken; ‘A Bug’s Life’ house ritimleriyle dans pistine davet ediyor. Tüm bu çeşitliliğe rağmen albüm, sanatçının imzası haline gelen güçlü groove duygusunu ve kendine özgü ses işçiliğini koruyor.

2019’daki ‘Athena’ ve 2022 tarihli ‘Natural Brown Prom Queen’in ardından gelen ‘The BPM’, Sudan Archives’in kariyerinde hem bir dönüm noktası hem de yaratıcı özgüveninin bir ilanı. Teknolojiyi kişisel bir ifade aracına dönüştüren Parks, bu albümle sınırlarını tamamen kaldırıyor ve özgürleşmenin ritmini yeniden tanımlıyor.



SOULWAX – ALL SYSTEMS ARE LYING

Belçikalı kardeşler David ve Stephen Dewaele, Soulwax adıyla sekiz yıl aradan sonra geri döndü. ‘All Systems Are Lying’, grubun 2018 tarihli ‘Essential’ albümünden bu yana yayınladığı ilk yeni kayıt ve ‘elektrik gitar kullanılmadan yapılmış bir rock albümü’ olarak tanımlanıyor. Sonuç: bir yandan dans pistine, bir yandan da analog devrelerin içine davet eden baş döndürücü bir elektronik deneyim.

Soulwax, bu kez ses paletini tamamen dijital bileşenlerle kuruyor; R2-D2’nun iç dünyasını andıran bipler, vızıldayan synth’ler, çınlayan ritimler ve üç davulcunun yarattığı yoğun groove’larla. Albümün ikinci şarkısı ‘Run Free’, asit house dokunuşları ve melek gibi vokal harmonileriyle 2025’in en güçlü elektronik şarkı adaylarından biri. ‘New Earth Time’ modem benzeri bir riff’le açılırken, ‘The False Economy’, 80’ler electro’sunu Cabaret Voltaire havasıyla buluşturuyor. ‘Idiots In Love’ ise xylophone tınılarıyla indie bir enerjiye evriliyor.

Dewaele kardeşler yine çok katmanlı bir üretim vizyonu ortaya koyuyor. 1995’ten bu yana Soulwax, 2manydjs, DEEWEE plak şirketi ve James Murphy (LCD Soundsystem) ile kurdukları Despacio ses sistemi gibi farklı kimliklerle müzik dünyasında sınır tanımayan bir üretkenlik sergiliyor. ‘All Systems Are Lying’ bu evrenin bir uzantısı: post-punk’la elektrofunk’un, deneysel techno’yla pop yapılarının bir araya geldiği, enerjisi yüksek ama detaylarla dolu bir albüm.

Yaklaşık otuz yıldır dans müziğini şekillendiren bu ikili, ‘All Systems Are Lying’ ile hem geçmişine göz kırpıyor hem de geleceğe dair ipuçları veriyor. Gitar yok, ama enerjisi taşkın; karanlık, ritmik, parlak ve hâlâ ileriye bakan bir Soulwax albümü.



POLIÇA – DREAMS GO

Minneapolis çıkışlı elektronik indie-pop grubu Poliça, yeni albümleri ‘Dreams Go’ ile geri döndü Memphis Industries etiketiyle 17 Ekim’de yayınlanan albüm, grubun altıncı stüdyo çalışması ve kariyerlerinde hem duygusal hem de yaratıcı açıdan bir dönüm noktası niteliğinde.

Grup, 2011’deki çıkışından bu yana gölgeli synth dokular, çift davul ritimleri ve Channy Leaneagh’ın benzersiz vokalleriyle kendi kulvarını yaratmıştı. ‘Dreams Go’ ise bu imzayı korurken, daha derin bir duygusal yük taşıyor. Albüm, basçı Chris Bierden’ın glioblastoma (beyin tümörü) teşhisi sonrası kaydedilen son kayıtlarını içeriyor. Minnesota’daki Pachyderm Stüdyosu’nda tamamlanan sekiz şarkılık bu çalışma, hem bir veda hem de bir dayanıklılık hikayesi.

Prodüktör Ryan Olson imzasını taşıyan albümde, İsveçli elektronik müzisyen Peder Mannerfelt de konuk prodüktör olarak yer alıyor. ‘Dreams Go’, grubun bugüne dek yaptığı en içe dönük ve dokusal olarak zengin işlerden biri; kayıptan, umuttan ve tutunmanın kırılgan güzelliğinden söz eden bir meditasyon gibi.

Başlık şarkısı ‘Dreams Go’, Channy Leaneagh’in ifadesiyle “yutulan, gömülen ama bir şekilde yaşamaya devam eden hayallerin marşı” olarak konumlanıyor. Açılışta Bierden’ın karakteristik bas yürüyüşleri hissedilirken, albüm boyunca ‘Creepin’’, ‘Revival’ ve ‘Wound Up’ gibi şarkılar Poliça’nın melankolik ama parlak atmosferini koruyor.

Her ne kadar ‘Dreams Go’ yer yer durağan bir melankoliyle örülmüş olsa da, bu durgunluk bir anlamda kasıtlı: grup, Bierden’ın kaybı etrafında şekillenen boşluğu ve kabullenişi sese dönüştürüyor. Ortaya çıkan şey, basit bir elektronik pop albümünden ziyade, bir dostluğun ve dayanıklılığın yankısı.

Poliça, ‘Dreams Go’ ile hem geçmişine dokunuyor hem de yeniden doğmayı deniyor. Acının içinden zarif bir güç çıkaran bu albüm, grubun kolektif ruhuna sessiz ama kalıcı bir saygı duruşu.

PAYLAŞ :