HAFTANIN ALBÜMLERİ 17-21 KASIM

DE LA SOUL – CABIN IN THE SKY
Dokuz yılın ardından gelen ‘Cabin In The Sky’, De La Soul’un yalnızca 10. stüdyo albümü değil; aynı zamanda grubun iyileşme, hatırlama ve yeniden doğma sürecinin bir kaydı. Mass Appeal’in ‘Legend Has It’ serisinin en yeni halkası olarak yayınlanan albüm, 2023’te hayatını kaybeden kurucu üye David Jude Jolicoeur’a —Trugoy The Dove— doğal bir saygı duruşu niteliğinde. Posdnuos’un sözleriyle “kayıpla ışık arasında” salınan bu albüm, grubun ortak yasını, olgunlaşmış mizacını ve hâlâ diri kalan yaratıcı enerjisini aynı çerçevede tutmayı başarıyor.
Albümün prodüksiyon kadrosu adeta hip-hop tarihine açılan bir pencere: DJ Premier, Pete Rock, Super Dave… Bu isimlerin her biri De La Soul’un DNA’sıyla zaten akraba, fakat burada sundukları dokunuşlar hem nostaljik hem de taze hissediyor. Pete Rock imzalı çıkış single’ı ‘The Package’, grubun yıllar içindeki evrimini özetleyen bir tür bildirge; klasik soul sample’ları modern bir ritim tasarımıyla buluşuyor, De La Soul’un rahat ama kendinden emin flow’u ise her şeyi kusursuzca birleştiriyor.
Konuk listesi de grubun bugüne kadar kurduğu köprülerin kapsamını belli ediyor: Killer Mike, Little Dragon’dan Yukimi, Common, Nas, Black Thought… Yirmi şarkılık albüm, tematik olarak güçlü bir ikilik üzerine kurulu: yas ve şükran, hüzün ve kutlama, geçmişle yüzleşme ve geleceğe tutunma. Şarkıların çoğunda Trugoy’un yokluğu hissediliyor ama bu yokluk bir boşluk değil; daha çok, grubun seslerini başka bir derinlikte titreten bir hatıra. ‘Cabin In The Sky’, bu açıdan hem kişisel bir kapanış hem de kolektif bir devam manifestosu gibi.
Albümün görsel dünyası ise Hebru Brantley’nin imzasını taşıyor; Brantley’nin renkli, çizgi-roman estetiğinden ilham alan kapak, müziğin içerdiği duygusal katmanlarla paralel bir atmosfer kuruyor. Sarı plak baskısı ve özenle hazırlanmış paketleme de bu dönüşün hem müzikal hem estetik olarak bütüncül bir deneyime dönüştürülmesinde pay sahibi.
‘Cabin In The Sky’, De La Soul’un mirasını tazelerken aynı zamanda yeni bir dönemin kapısını aralıyor. Hem geçmişi selamlayan hem de bugüne konuşan yapısıyla, grubun neden hâlâ hip-hop’ın en sevilip en saygı duyulan isimlerinden biri olduğunu yeniden hatırlatıyor. De La Soul, tarihe meydan okumuyor; tarihini güncelliyor. Ve bu albüm, o güncellemenin şimdiye kadarki en içten, en olgun ve en parlak sayfalarından biri.
GLYDERS – FOREVER
Chicago çıkışlı Glyders, on yılı aşkın bir süredir var olsa da ‘Forever’ grubun gerçek kimliğini ilk kez tam anlamıyla gövdeye getiren kayıt. 2014’te gitarist/vokalist Joshua Condon ve basçı Eliza Weber tarafından temelleri atılan grup, davulcu Joe Seger’ın katılımıyla tamamlanmış bir güç triosuna dönüşmüş; ABD ve Avrupa turnelerinde yoğrulan bu birliktelik, sonunda bir albümün omurgasına dönüşmüş durumda. ‘Forever’, bu canlı kimyanın kayıtlara sızdığı, 37 dakikalık, yüksek gerilimli ve taş gibi sağlam bir rock plağı.
Albümün enerjisi, turne yorgunluğunu değil, turneyle birlikte gelen özgüveni taşıyor. Super Glyde, Hard Ride ve New Realm gibi şarkılar; blues serseriliğini, krautrock’ın metronomik akışıyla birleştiriyor. Bu şarkılar, Glyders’ın yollar boyunca sahneden sahneye taşıdığı hırçınlığı ve hızını hiç törpülemeden sunuyor. ‘Moon Eyes’ ve ‘Thousand Miles’ ise grubun köklerine işaret eden daha klasik tonlarda: Creedence’ın pastoral rahatlığı, T. Rex’in parlak glam adımları ve Leon Russell dokunuşu, bu şarkıların sıcaklığına nüfuz ediyor.
Albümün duyurusu eşliğinde gelen ‘Stone Shadow’, bu yeni dönemin ateşleyen işareti. T. Rex esintili riff’ler, new wave parıltısı ve Condon’un “Ain’t got no money / I just wanna have a ball” diye haykırdığı, hiç frensiz bir rock & roll koşusu… Klibin mezarlıkta geçen görüntüleri bile şarkının neşeli kaosunu bozamıyor; Glyders’ın ruhu, gölgelerin arasından bile ışıyor.
SHARP PINS – BALLOON BALLOON BALLOON
Chicago çıkışlı üçlü Lifeguard üyesi Kai Slater’ın solo projesi Sharp Pins, üçüncü albümü ‘Balloon Balloon Balloon’ ile hem köklere hem de geleceğe aynı anda bakan taze bir gitar pop haritası çiziyor. Chicago’nun DIY sahnesinden çıkıp 60’lar Britanya’sının melodik dünyasına uzanan bu albüm, Slater’ın jangle gitarları, temiz melodileri ve güçlü pop sezgisiyle şekillenmiş modern bir nostalji albümü.
Açılış şarkısı ‘Popafangout’, daha ilk saniyede 90’lar Guided By Voices enerjisiyle albümün tonunu belirliyor: kısa, hızlı ve bulaşıcı. Devamındaki şarkılar ise 60’ların parlak gitar tınılarını, lo-fi dokularla birleştiriyor. ‘I Don’t Have The Heart’, ‘(I Wanna Be Your Girl)’ ve ‘Queen Of Globes And Mirrors’ gibi şarkılar klasik pop düzenlemeleriyle yazılmış olsa da Slater’ın genç enerjisi sayesinde tamamen güncel hissediyor.
Albümde toplam 20’den fazla kayıt var ama hiçbir an gereksiz ya da yorucu değil. Şarkılar kısa fikirler, parlak melodiler ve nefes alacak kadar açık alanlarla ilerliyor — bu durum Sharp Pins’in müziğini hem kolay dinlenir hem de çok tekrar edilebilir kılıyor. Slater’ın etkilenme alanı geniş: The Beatles, Big Star, Byrds ve hatta Elephant 6 gruplarının izlerini duymak mümkün, ancak sonuçta ortaya çıkan şey tamamen ona özgü.
'Balloon Balloon Balloon', hem bir müzik ansiklopedisine saygı duruşu hem de genç bir şarkı yazarının kendine özgü dünyasını kurduğunu gösteren bir çalışma. Eğlenceli, hızlı, samimi ve tekrar tekrar açma isteği uyandıran bir albüm. Slater’ın “Youth Revolution” dediği şey belki de tam olarak bu: içtenlik, melodi ve sınırsız bir tutkuyla kurulan yeni bir pop dili.
Bu albüm, nostaljiyi taklit etmek yerine onu yeniden şekilliyor. Eğer parlak gitar melodileri, zamansız pop şarkıları ve genç bir enerjinin iç içe geçtiği bir şey arıyorsanız, 'Balloon Balloon Balloon' tam o anlara eşlik edecek türden. 
TWIN SHADOW – CADET
Twin Shadow’ın yedinci albümü ‘Cadet’, sanatçının bugüne kadar yaptığı hiçbir şeye tam olarak benzemiyor; ama aynı zamanda geçmişine sıkı sıkıya bağlı. Mart ayında yayınlanan, babasına adadığı ve içsel bir yas çalışması olan ‘Georgie’nin hemen ardından gelen 'Cadet', o albümdeki sözleri ve bazı vokal kayıtlarını koruyor — fakat bu kez müzikal evren tamamen değişmiş durumda. George Lewis Jr., kendi şarkılarını adeta başka bir sanatçıya aitmiş gibi ele alarak, onları sıfırdan yeniden kuruyor. Bu süreç ‘Cadet’yi hem tanıdık hem de taze yapan şey.
Albümün çıkış single’ı ‘Half Asleep’, bu dönüşümün özünü taşıyor. Geçmiş bir ilişkiye dair abartılı, romantize edilmiş anıların peşindengiden bir şarkı… Hafızanın bazen gerçekliğin önüne nasıl geçtiğini, kaybolmuş bir bağın hâlâ neden çekici olabildiğini incelikle anlatıyor. The Blue Nile’dan ilham alan atmosferi, hem nostaljik hem de duygusal açıdan vurucu. Cadet, Georgie’nin ağır ve içe kapanık ruhunu ters yüz ediyor. Bu kez drum machine’ler, sıcak synth dokuları ve daha özgür bir enerji ön planda. Lewis Jr.’ın “remix yapmak istemedim” ifadesi tam da bu yüzden anlamlı: ‘Cadet’ bir yenileme değil, bir yeniden doğuş. Twin Shadow burada kendi geçmişine bakıp onu daha canlı, daha cesur, daha dışa dönük bir hâle dönüştürüyor.
Albümün yapım süreci de bu özgür havayı taşıyor. Yakın arkadaşları Ray Brady, Blackpaw, Nest Acoustics ve tesadüfen yoldan geçerken stüdyoya girip bir şarkıya eşlik eden Little Coyote… Bu kolektiflik, albümün sıcaklığını güçlendiriyor. Cadet, bireysel bir iç hesaplaşma kadar, beraberce yaratmanın heyecanını da hissediyor.
Twin Shadow’ın söylediği gibi, bu bir “yeniden hayal ediş” değil; daha çok eski benlikle bugünkü benlik arasında kurulan bir iş birliği. Sanatçının geçmişine mimar, rehber ve bazen de bir yıkıcı gözüyle bakması müziğe farklı bir hayat veriyor. ‘Cadet’, hafızanın ağırlığını taşırken aynı zamanda dans edebilir, kıpır kıpır, parlak bir şeyin de mümkün olduğunu gösteriyor.
