HAFTANIN ALBÜMLERİ 11-15 AĞUSTOS
ALISON GOLDFRAPP – FLUX
Elektronik pop sahnesinin en kendine özgü seslerinden Alison Goldfrapp, ikinci solo albümü ‘Flux’ ile kariyerinde yeni bir sayfa açıyor. 15 Ağustos’ta kendi bağımsız plak şirketi A.G. Records etiketiyle yayınlanacak olan albüm, hem dans pistine çağıran enerjisi hem de samimi, kırılgan sözleriyle dikkat çekiyor.
2023’te eleştirmenlerden övgü toplayan ilk solo albümü ‘The Love Invention’ın ardından gelen ‘Flux’, Goldfrapp için yalnızca müzikal bir adım değil, aynı zamanda yaratıcı özgürlük anlamında da bir dönüm noktası. Kendi plak şirketini kurarak bağımsız yola çıkan sanatçı, “Kendi master’larına sahip olmak günümüzde büyük bir avantaj. Bağımsız olmak zorluklar barındırsa da bana ve ekibime büyük bir güç ve tazelik getirdi” diyor.
Albümün ilk teklisi ‘Find Xanadu’, adeta ışık saçan bir electro-pop marşı. İsveçli şarkı yazarı Stefan Storm (Sound Of Arrows) ve elektronik prodüksiyonun usta ismi Richard X ile birlikte yaratılan kayıt, Supernature (2005) döneminden bu yana Goldfrapp’ın en akılda kalıcı pop melodilerini barındırıyor. Basın bülteninde şarkı, “bilinmeyenin cazibesini ve kaçışın büyüsünü yakalayan, enerji ve yenilikle dolu bir kozmik yolculuk” olarak tanımlanıyor. Goldfrapp da bu hisse şu sözlerle eşlik ediyor: “It’s your invitation to escape and dream with me – can’t wait for you to hear.”
İlk tekliden sonra gelen ‘Reverberotic’, albümün tempolu ve deneysel yanını öne çıkarıyor. Sarmal ritimler ve yoğun synth katmanlarıyla dans pistinde hipnotik bir atmosfer yaratıyor. Goldfrapp’ın vokali, adeta bir rüyanın içinde yankılanıyormuş hissi veriyor.
Üçüncü tekli ‘Sound & Light’, sanatçının belki de en kişisel şarkılarından biri. 2024’ün başında İsveç’te yazılan şarkı, Goldfrapp’ın yıllardır görmeyi arzuladığı Kuzey Işıkları ile ilginç bir tesadüf (ya da onun deyimiyle “çağırma”) hikâyesine sahip. Sanatçı, Finlandiya, İzlanda ve Norveç’te defalarca denese de göremediği bu doğa harikasını, onlara adadığı şarkıyı tamamladıktan yalnızca birkaç saat sonra Güney İsveç’te izlemiş. “Sanki onları şarkıyla çağırmışım gibi” diyor ve ekliyor: “Bu şarkı bana o dönemde ihtiyaç duyduğum güç ve dinginliği de getirdi.” Şarkı, ‘Flux’un özgürlük, ferahlık ve duygusal yenilenme temalarını en yoğun şekilde hissettiren anlarından biri.
Goldfrapp cephesinden gelen açıklamalara göre Flux, sanatçının kariyerinde hem melodik açıdan hem de duygusal derinlikte yeni zirveler sunacak. Albüm, dans pistine uygun, parlak pop anlarını, daha kırılgan ve içe dönük şarkılarla dengeliyor. Bu yönüyle, hem Supernature’ın hit potansiyelini hem de Goldfrapp’ın söz yazımındaki samimiyeti bir araya getiriyor.
Bağımsızlığın getirdiği özgürlük, yaratıcı kontrol ve kişisel hikâyelerin gücü… Flux, Alison Goldfrapp’ın müzik yolculuğunda hem geçmişine selam çakan hem de geleceğine cesurca yürüyen bir albüm olmaya aday.
CASS MCCOMBS – INTERIOR LIVE OAK
Üç yıllık bir aranın ardından Amerikalı müzisyen hikâye anlatıcısı Cass McCombs, yeni stüdyo albümü 'Interior Live Oak' ile geri döndü. 15 Ağustos’ta Domino etiketiyle piyasaya çıkan albüm, McCombs’ın kariyerinde hem köklere dönüş hem de duygusal açıdan en kişisel çalışması olarak öne çıkıyor.
Son dönemde Anti- etiketiyle çıkardığı albümlerin ardından McCombs, eski plak şirketi Domino’ya geri döndü. Bu dönüş, beraberinde eski dostlarla yeniden buluşmayı da getirdi: Jason Quever (Papercuts), Chris Cohen, Matt Sweeney ve Mike Bones albümde önemli katkılar sunuyor. Albümün kayıtlarının büyük bölümü, McCombs’ın müzikal yolculuğunun başladığı yer olan Kaliforniya Körfez Bölgesi’nde gerçekleştirildi. New York’ta yapılan ek kayıtlar ise albüme farklı bir enerji ve çeşitlilik kazandırdı.
Albümün adı, McCombs’ın memleketi Kuzey Kaliforniya’ya özgü bir meşe türünden geliyor. Bu isim seçimi, hem doğayla hem de köklere olan bağını yansıtıyor. Geçtiğimiz yıl yayınlanan arşiv çalışması ‘Seed Cake on Leap Year —1999-2000' yıllarında Jason Quever’ın San Francisco’daki evinde kaydedilen ve McCombs’un erken dönemini belgeleyen şarkılar— yeni albümün ilham kaynaklarından biri oldu. ‘Interior Live Oak’, sanatçının yirmi yıllık deneysel üretiminin birikimini, daha sade ve doğrudan şarkı yapılarıyla harmanlıyor.
Albümden lk olarak ‘Priestess’, Tiny Desk Concert performansıyla birlikte yayınlandı. Ardından gelen ‘Peace’, albümün umut dolu, net ve aydınlık yönünü ortaya koyuyor. McCombs, sıklıkla modern hayatın karanlık yanlarını dile getiren bir sanatçı olsa da Interior Live Oak’ta yaşanmış zorluklardan doğan bir kabulleniş ve huzur hissi var.
Albümle birlikte McCombs, Avrupa turnesine çıkacak ve bu tarihlerde Father John Misty’ye destek olacak. Sonrasında ABD’ye dönerek kendi başına sahne alacağı konserlerin yanı sıra MJ Lenderman ile de bir performans gerçekleştirecek.
MARISSA NADLER – NEW RADIATIONS
Yirmi yılı aşkın süredir dream-folk, gotik Americana ve atmosferik rock sahnelerinin en kendine özgü seslerinden biri olan Marissa Nadler, 10. stüdyo albümü 'New Radiations' ile dinleyici karşısına çıkıyor. 15 Ağustos’ta Sacred Bones ve Bella Union ortaklığıyla piyasaya sürülen albüm, sanatçının müzikal özüne dönüşünü simgeliyor.
2004 tarihli ‘Ballads Of Living And Dying’ ile müzik dünyasına adım atan Boston doğumlu Nadler; ‘Little Hells’, ‘July’ ve ‘For My Crimes’ gibi albümlerle hem eleştirmenlerden hem de sadık bir dinleyici kitlesinden güçlü övgüler aldı. Onu benzersiz kılan; hayaletimsi güzellikteki vokali, şiirsel sözleri ve hem zamansız hem de samimi hissi bir arada taşıyan şarkı yazarlığı oldu.
‘New Radiations’, Nadler’ın kariyerinde yeni bir yalınlık evresini işaret ediyor. Davulsuz ve minimal düzenlemeler, parmakla çalınan gitarın ve vokalin öne çıktığı bir atmosfer yaratıyor. Bu sadeleşme, şarkıların içsel gücünü ortaya çıkarırken, albüme berrak ve dingin bir ton katıyor. Nadler, “Bu karakter (şarkılar ilk kişi anlatımı mı, yoksa değil mi, bunu dinleyiciye bırakıyorum) zorlu birkaç yılın ardından kendini sıkışmış, depresif ve donmuş hissediyor. Kozmik karanlık zihne sızıyor—ama şarkı ilerledikçe perde kırılıyor, buz eriyor ve yeni bir dünya başlıyor” sözleriyle albümün tematik dönüşümünü özetliyor.
Albümün duyurusuyla birlikte yayınlanan ve Nadler’ın kendi yönettiği bir video klip eşliğinde gelen ‘New Radiations’, adeta albümün ruhunu tek başına temsil ediyor. Şarkı, içsel karanlıkla hesaplaşırken netlik ve özgürlük anına ulaşan bir hikâye anlatıyor. Şarkının üretim sürecinde Nadler’a uzun süredir birlikte çalıştığı Milky Burgess eşlik ederken, miksajda ise Randall Dunn (Sunn O))) ve Earth ile çalışmalarıyla bilinen) imzası var. Kayıtlar, Haptown Studios ve Nadler’ın ev stüdyosunda gerçekleştirildi.
‘New Radiations’, büyük iddialı yapım numaralarına başvurmadan, tamamen Nadler’ın vokali ve gitarı etrafında kurulan, sakin ama etkileyici bir çalışma. Bu albüm, sanatçının kariyerindeki en berrak ve samimi kayıtlarından biri olarak öne çıkıyor. Onun müziğinin özünü oluşturan melankoli, şiirsellik ve zamansızlık, burada tüm fazlalıklardan arınmış şekilde parlıyor.
BIG NOBLE – IT'S LATER THAN YOU THINK
Interpol gitaristi Daniel Kessler ile ses tasarımcısı Joseph Fraioli’nin ortak projesi Big Noble, ikinci albümleri ‘It’s Later Than You Think’ ile geri dönüş yaptı. 15 Ağustos’ta dinleyiciyle buluşan albüm, ikilinin transatlantik mesafeye rağmen kurduğu yaratıcı bağı ve müzik aracılığıyla sinematik bir dünya inşa etme tutkusunu yansıtıyor.
Kessler, albümü “dinleyicinin kendi kişisel filminin soundtrack’i” olarak tanımlıyor. Yolda yürürken, tren penceresinden dışarı bakarken ya da bir kafede insanların gelip geçişini izlerken eşlik edecek bir ses manzarası… ‘It’s Later Than You Think’, dinleyeni sahnelerin içine yerleştiren, atmosferik ve görsel çağrışımlarla yüklü bir çalışma.
Albümün çıkış single’ı ‘All The Marbles’, hem görsel hem işitsel anlamda albümün ruhunu özetliyor. Atiba Jefferson’un (Turnstile, Tyler, The Creator, Dinosaur Jr.) yönettiği klipte profesyonel kaykaycı Cody Chapman rol alıyor. Şarkı, yoğun atmosferik dokularla örülmüş, hareket hissi veren bir yapıya sahip. Kessler, “Bu şarkı, kıtalararası mesafeye rağmen iş birliğimizi sürdürebileceğimizin bir göstergesi oldu” diyor.
İlk albüm ‘First Light’a kıyasla daha şarkı odaklı bir yapıya sahip olan ‘It’s Later Than You Think’, Kessler’in Barselona–New York, Fraioli’nin ise Los Angeles’ta bulunduğu uzun mesafeli bir üretim sürecinin ürünü. Bu mesafe, müziğe de bir yolculuk duygusu katmış.
Albüm, yalnızca ikilinin değil, farklı müzikal dünyalardan gelen isimlerin de katkılarıyla zenginleşiyor. TV On The Radio’dan Tunde Adebimpe ve Wilder Zoby, ‘All The Marbles’ı radikal bir şekilde yeniden yorumlarken; The Strokes’tan Fabrizio Moretti ve kardeşi Leo Moretti, ‘No Sharing In Tech House’a hipnotik bir versiyon kazandırıyor. Bu ortaklıklar, albümün sinematik hissini güçlendiriyor ve farklı tonlar ekliyor.
Kessler ve Fraioli’nin ilk albümlerinde daha doğaçlama ve açık uçlu bir yaklaşım varken, ‘It’s Later Than You Think’te hikâye anlatımı daha belirgin. Şarkılar, yalnızca ses katmanlarıyla değil, bir sahnenin ritmini, temposunu ve duygusunu taşıyan kurgusal bir mantıkla inşa edilmiş.