HAFTANIN ALBÜMLERİ 1-8 AĞUSTOS
OSEES - ABOMINATION REVEALED AT LAST
Osees (ya da OCS, Thee Oh Sees – artık hangi isimle anmak isterseniz), John Dwyer liderliğindeki şahsına münhasır grup bu seneyi de boş geçmedi ve yeni albüm 'Abomination Revealed At Last' ile çağın karanlık meselelerine yüksek sesle karşı çıkışını açıkça ilan etti; yapay zekâ, sosyal medya, bağımlılık, soykırım, teknoloji milyarderleri, faşizm… Albüm, bu başlıkların hiçbirine merhamet göstermiyor.
Osees, bu defa uzun saykodelik doğaçlamaları bir kenara bırakıp, çoğu bir dakika civarındaki sert ve kısa punk patlamalarına yöneliyor. Bu tempolu çıkış, 2024’teki SORCS 80’in synth ağırlıklı yapısından sonra grubun garage rock ve heavy psych köklerine güçlü bir dönüşü simgeliyor. Tetsunori Tawaraya’nın asitli kapak tasarımı da albümün sinirli ruhuna tam oturuyor.
'Glue', 'Infected Chrome' ve 'Glitter Shot' gibi şarkılar, albümün en güçlü anları olurken, Dwyer’ın şarkı yazımı hâlâ çarpıcı. Fight Simulator’daki “It’s my place to tell you what is wrong” dizesi, hem albümün hem de grubun bugünkü duruşunu özetliyor.
Osees bu albümle yeni bir sayfa mı açıyor, yoksa büyük bir 30. albüm öncesi kısa bir mola mı veriyor, kestirmek güç. Ancak 'Abomination Revealed At Last', onların hâlâ ne kadar öfkeli, enerjik ve yaratıcı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
SOFIA KOURTESIS - VOLVER
Berlin merkezli Peru asıllı prodüktör ve müzisyen Sofia Kourtesis, yeni EP’si 'Volver' ile dans müziğini hem politik hem de duygusal bir ifade alanına dönüştürüyor. Pedro Almodóvar’ın aynı adlı filminden esinlenen albüm, LGBTQ+ topluluğuna, özellikle de sanatını ve aktivizmini etkileyen trans kadınlara adanmış.
Kourtesis’in müziği, iyileştirici bir melankoliyle dolup taşarken, neşeli synth melodileri ve gerilim dolu ritmik yapılarla zenginleşiyor. 2023 tarihli ilk albümü 'Madres', hem politik hem kişisel temaları ustaca harmanlayarak dikkat çekmişti. 'Volver' ise daha kısa ama bir o kadar güçlü bir anlatı sunuyor; sisli atmosferlerden dans pistini dolduran enerjik bölümlere hızla geçiş yapan, çok katmanlı bir yolculuk.
EP, oyunbaz yapısıyla dans müziğine yeni bir ütopya öneriyor. Her kayıt, hem bedeni hem zihni harekete geçiren bir dengeyle kurulmuş. Kourtesis’in elektronik müziğe getirdiği insani ve duyarlı yaklaşım, 'Volver’i sıradan bir dans albümünün çok ötesine taşıyor.
THE BLACK KEYS - NO RAIN, NO FLOWERS
Grammy ödüllü rock ikilisi The Black Keys, 13. stüdyo albümleri 'No Rain, No Flowers' ile müzik kariyerlerinin yirmi yılı aşkın süresine bir kez daha kendilerine özgü bir imza atıyor. Easy Eye Sound ve Parlophone Records etiketiyle yayınlanan albüm, grubun 'Record Hangs' adını verdikleri plak partilerinden ilham alıyor. Bu gecelerde Dan Auerbach ve Patrick Carney, nadir ama etkileyici 45’lik plakları çalarak hem eski hayranlarını hem de yeni dinleyicileri coşturuyor.
Albüm, tam da bu partilerin enerjisini yansıtan eklektik bir yapıya sahip. İçgüdüsel, tutkuyla üretilmiş ve hiçbir noktada ödün vermeyen bir sound duyuyoruz. The Black Keys, bu albümde de müziği kendi şartlarıyla yapmayı sürdürüyor.
Dan Auerbach’in sözleri, bu yaklaşımı özetliyor: “Bu albüm tamamen sevgiyle, emekle ortaya çıktı. Umarız bunu hissedersiniz.” No Rain, No Flowers, grubun yaratıcı kararlılığının ve hâlâ diri duran müzikal tutkusunun güçlü bir göstergesi.
ETHEL CAIN - WILLOUGHBY TUCKER, I'LL ALWAYS LOVE YOU
Ethel Cain’in yaratıcısı Hayden Anhedönia, 2022 çıkışlı ilk albümü 'Preacher’s Daughter' ile karanlık, yarı-otobiyografik bir evrenin kapılarını aralamıştı. O hikâyede adını ilk kez duyduğumuz Willoughby karakteri, şimdi bu ikinci albümde başrole geçiyor. Ancak bu bir devam değil, trajedinin başlangıcına, masumiyetin kaybına geri dönüş.
'Willoughby Tucker, I’ll Always Love You', Ethel’in geçmişinden kaçtığı 'Preacher’s Daughter’ın aksine, bizi o geçmişin tam ortasına sürüklüyor. Gençliğin toz pembe gözlükleri çıkarılıyor ve yerini kırık dökük bir çocukluğun, çözülen bir benliğin dokunaklı portresi alıyor. “Lütfen bana düzgün davran,” diye yalvardığı 'Tempest' şarkısı, on dakikayı aşan süresiyle albümün zirvesine ulaşıyor; yumuşak bir çığlık gibi yükselen melodiler, hem gençliğe tutunuyor hem de onun yasını tutuyor.
Albüm, tıpkı selefi gibi, sakin vokallerle yükselen dev enstrümantallerin iç içe geçtiği bir yapıya sahip. 'Fuck Me Eyes', ‘80’ler synth’leriyle bezeli nostaljik havası ve American Teenager’a göz kırpan yapısıyla öne çıkarken, 'A Knock At the Door' çocukça bir merakla açılıp yerini yıkıcı final şarkılarına bırakıyor.
Ethel Cain’in hikâyesi her geçen albümde daha da trajikleşirken, Hayden Anhedönia’nın anlatıcılığı daha da büyüyor. 'Willoughby Tucker, I’ll Always Love You', aşkın, kaybın ve akıl sağlığının yavaşça çözülüşünü yürek burkan bir güzellikle anlatan, atmosferik gücü yüksek bir albüm.